Eğer bu hayatta güçlü olduğunu düşündüğün bir tarafın varsa bunu sanata çevirebilirsin.
Sanatçı, zihnini besler ve beslendiği kaynakları işleyip zihninin özgürlüğü ile birleştirerek ortaya yeni bir tasarım çıkarır.
Bu tasarım,
Bazen bir ihtiyacı karşılayan (düşünsel) kavram olur,
Bazen de görene, duyana, tadana, koklayana, dokunana haz veren (duygusal) bir kavram halinde görülür.
İş hayatı daha çok ihtiyacı karşılayan tasarımlarla (düşünsel) ilgilenir.
Haz alma (duygusal) durumu ise görerek, duyarak, hissederek, haz alma gibi fonksiyonlar ile daha çok ilişkilidir.
Düşünsel tasarım konusunda iş hayatında iki tür insan görülür.
Birinci gruptaki insanlar kendine ait bir düşünsel tasarım yapmayı başaran insanlardan oluşur. Bilerek ya da bilmeyerek bunu başarmış olanlar yani bir ihtiyacı karşılayarak karşı taraf ya da topluluklar içinde oluşacak hazza direkt katkıda bulunanlar.
İşte iş dünyası bu katkıyı nerde görse gidip bulur kendine çeker ve satın almak için ücret öder.
İkincisi gruptaki insanlar ise bu konuda tasarım gücü olmayıp ya bunu bilmeyen veya bu özelliği olmadığı halde varmış gibi davranan insanlardan oluşur.
İlk gruptaki kişiler iş hayatında, başkalarına sunabileceğin, sana ait, senin tasarladığın, başkalarının bu ürününü deneyimlemek için para vereceği “Sana ait ürünün ne?” sorusunun cevabını karşı tarafa rahatlıkla anlatabilirler. Buna “etkili iş görüşmesi” denir.
Etkili görüşmeleri sonrası kendi değerlerini net bir şekilde bilirler bu değerlilik hissinden pek taviz vermezler.
Görüşmede anlattıkları için “anlattıklarıma inanan, beni beğenen, katkımı isteyen, bedelini ödeyip alabilir” derler. Buna da “ücret beklentisi” denir.
Bu kişiler bedeli ne olursa olsun değerini bulmadıkları yere gitmezler. Gitseler bile kısa süreli denemeler yaparlar. Değerini buldukları anda değersiz hissettikleri ortamdan uzaklaşırlar. Bu kişiler şirket raporlarında değerli (nitelikli) işgücü olarak adlandırılır.
İkinci gruptakiler ise eğitimli olsalar dahi (aslında eğitimli değil okulludurlar) “benim size sunacağım bir ürünüm yok, ama sizin benim için tasarladığınız her şeyi yerine getirebilirim ve kolay uyum sağlayabilirim” derler.
Bana vereceğiniz her işi yaparım, söylediklerinizi yerine getirebilirim, karşılığında sizin bana söyleyeceğiniz bedeli kabul edebilirim”. Bu grup raporlarda niteliksiz (vasıfsız iş gücü) olarak tanımlanır. Bu grupta iş hayatına başlayıp ilk gruba geçebilmek gerçek başarıdır.
Her iki tarafında en çok mutsuz olduğu nokta kendi değerini belirleme noktasıdır. Büyük bir çoğunluk değerini kendisini kıyasladığı kişilerin yaşam standartlarına göre belirlemeye çalışır.
Örneğin nitelik yaratamayan söyleneni yapan bir çalışan kendi haklı gerekçeleriyle, benim yaşam standartlarım 10.000 TL veya arkadaşım 10.000 TL. maaş alıyor bende 10.000 TL maaş almalıyım şeklinde kendi değerini ve ücretini belirleme eğiliminde olur.
Fakat kapitalist sistemde işletmeler ve piyasa bu fiyatlama işini bireylerin ihtiyaçlarına veya arkadaşlarına göre yapmaz. Her ne kadar asgari kazanç devlet tarafından belirlenerek bu gruptaki kişiler korunmaya çalışılsa da çalışanların beklentisi ile işverenlerin maaş skalaları hiçbir yerde örtüşmez. Şirket memnuniyet anketlerinde genellikle çalışanların ücretinden memnun olmadığı gerçeği ilk sıralarda çıkar.
Bu nedenle yukarıda birinci grupta sayılan yani ürününe ve değerine inanan, şirketlerin talep edeceği düşünceler tasarlayabilenlerin büyük çoğunluğu kendi işini kurmaya doğru risk alarak geçiş yapar. Risk almayıp kurumsal hayatta kalanların ise bir kısmı üst pozisyonlara doğru geçiş yaparken bir kısmı ise yöneticilerinin mobbingine maruz kalarak demotive olur, düşünmeyi bırakıp kendilerini sessiz ve küskün moda alarak hayal kırıklıkları ile birlikte ikinci gruba doğru geçiş yaparlar.
Peki aldığımız onlarca eğitim ile zihnimize giren bilgiyi işlemek, iş hayatında insanların para vereceği hale getirmek ve sunmak yani düşünsel tasarımcı olabilmek için ne yapmak lazım?
Bu konuda kendini yolda hissedenler için ya da çıkış yolu arayanlar için aşağıda birkaç bilgi paylaşıyorum.
Bu konularda yetkinlik kazanmak defalarca tekrar yapmak en çok işimize yarar gibi gözükmekte
- Gördüğümüz ilgi alanımıza giren şeyleri parçalara bölerek incelemek.
- Parça parça olan şeylerden anlamlı bir bütün oluşturmaya çalışmak.
- Hayatınızdaki her türlü bütünü önemsemek bütünlüğe ulaşmak için kararlı olmak.
- Bütüne ulaşırken geçtiğimiz yolları kayıt etmek tekrar karşılaştığımızda gelişim yollarını bilmek.
- Bir işi yapmadan önce bize katacağı uzun sureli faydayı veya zararı verilere dayanarak düşünebilmek, öngörebilmek.
- Dışarıdan onay beklemeden faydalı sonuçlara ulaşacak kararlar alabilmek, kararlarımızı sürdürülebilir kılmak ve uygulamaya geçebilmek.
- Eğer riskli bir durum varsa sorumluluktan kaçmadan arada bir de olsa riskli kararlar alabilmek.
Olası aksaklıklarda suçu başkasına atmadan “bana ne, ben karışmam, o dedi bende yaptım“ demeden, “senin yüzünden oldu” diye suçlamadan, “kararımın bedeli neyse ben öderim” diyebilmek.
Özetle bilgiyi elde etmek, işlemek, bilgiyi planlamak, öngörebilmek, geliştirebilmek, bilginin sorumluluğunu almak, kendine değer vermek, değerini düşürmemek size kendinizi iyi hissettirecek birçok duygu yaratacaktır.
Duygu tasarımını ise bir sonraki yazıda konuşalım
Uzm. Klinik Psikolog Erkan Çifte
erkan.cifte@ikussu.com